Büyük kayıplar yaşadığında insan, metin olmak için herhalde tüm varoluşunu seferber ediyor. İnsanlık hayatta kalma dürtüsü ile savaşlara, esir kamplarına, binbir melanete katlanıyor. Buna karşın küçük kayıplar, çoğunlukla beklenmedik derecede sarsıyor insanı. Kağıt kesiği gibi, ani bir sancı bırakıyor. Bugün Beşiktaş’a vapur yanaştığında öyle bir sızı kapladı içimi. Önce sebebini anlayamadım. Sonra fark ettim. Kafese kapatılarak mahrum bırakıldığımız kıyı bandının aslında ilk gençlik yıllarım boyunca püfür püfür oturduğum küçük tabureli bir çay bahçesi olduğunu, sade kahve içmeye burada alıştığımı, üniversite yıllarımda mimarlık okurken bugün yerinde yeller esen, nefis, zarif betonarme plak çatısı ile Maruf Önal tasarımı Mobil benzin istasyonunun yanından sanki hep orada duracakmış gibi, bir fotoğrafını dahi çekmeden kanıksayarak geçtiğimi, şimdi oransız, manasız, lüks bir otele dönüşen rejinin tütün deposunun metruk ve heybetli halini anımsadım. Artık yaşamayan, kafesli, korkunun hüküm sürdüğü bu griliğin altına benim ilk sigaram, ilk kavak yellerim gömülü. İlginçtir kaybettiğimi fark etmedim, yasını tutamadan geçip gitti, hiç yaşanmamış gibi. İnsan kendi şehrinde, kendini yabancı hissedince, çocukluğunu kaybedince nasıl bir anda yalnız hisseder, bugün anladım. Bugün ben sanki bir yaş daha aldım.
Also published on Medium.