Geçmişin Hayaletlerinin Peşinde: Berlin Tempelhof Havalimanı

Kız kardeşimin dört yıl önce Berlin’e taşınmasıyla, sıkça seyahat ettiğim bu şehir benim için bir yavru vatana dönüştü. Berlin’i tanımlamak için tek kelime seçmem gerekse, bu “özgürlük” olurdu. Ancak kentte biraz zaman geçirdikten, turistik vaatlerini tüketip gündelik yaşama karıştıktan sonra kentin görünmeyen katmanlarını, yakın tarihin hayaletlerini, bu özgürlük hissinin arkasında yatan derin yüzleşmeyi daha yakından tanıma fırsatı buldum. Berlin, iki dünya savaşından yenik çıkmış, 1945’de neredeyse tamamen yıkılarak tam kalbinden ikiye bölünmüş, 1989’da duvarın yıkılmasının ardından bir kez daha inşa edilen, tarih boyunca büyük ideallere sahne olmuş, tüm makyajına rağmen kalben hala yorgun bir başkent. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki tutumunun bugün dünyanın biçimlenişi üzerindeki yadsınamaz ağırlığının hissettiğim kadarıyla Berlinli genç kuşağın üzerinde karmaşık etkileri var. Önemli bir kısmının, kendi büyükanne ve büyükbabalarının II. Dünya Savaşı’nda bilerek veya bilmeyerek oynadıkları role ilişkin bir suçluluk duygusu taşıdığını sezinliyorum. 

lmanya’nın her yerinde ortalama %12 civarında seyreden sağ hareketin dışında kalanlar, herhangi bir ulusalcı söyleme mesafeli ve bir ulusun çocuğu olmaktan duyulan gururu kategorik olarak reddetmiş görünüyorlar. Bunun Berlin’in çok uluslu kültürünü destekleyen bir yanı olduğu söylenebilir. Ancak yaşananların, birkaç satırla özetlenemeyecek kadar derin etkisi, sokaklara, ağaçlara, evlere, hayatın içine dolayısı ile fiziksel çevreye ve mimarlığa işlemiş durumda. Geçmişle yüzleşme, kendini temize çekme, tarihi tüm zalimlik ve acısı ile tekrar tekrar öğrenip öğretme üzerine kentsel ve kültürel yaşam yeniden inşa edilmiş. Bunun evlerin önünde parke taşlarına kazınmış toplama kamplarına gönderilen insanların isimlerinden, müzelerden, anıtlardan olduğu kadar birçok tekil yapıdan açıkça okumak mümkün.

Berlin sokaklarında, evlerinden zorla alınıp toplama kamplarında ölüme gönderilen Berlinlilerin isimlerinin yazılı olduğu taşları görmek, geçmişi unutturmayarak yüzleşmeyi, acılara sahip çıkmayı simgeliyor.

Ünlü Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden yirmi dokuz yıl geçti. Almanya Avrupa’da örneği görülmemiş biçimde başkentini neredeyse yeniden inşa etti. Kenti ortadan ikiye bölen duvarın yıkılmasının ardından oluşan kıymetli boşluğun işlevlendirilmesinin yanı sıra bambaşka ideolojilerle inşa edilen iki kent parçasının bütünleştirilip, yalnızca Almanya’nın değil Avrupa birliğinin başkenti olma iddiası ile konumlandırılma isteği nedeniyle kent 2000’ler boyunca neredeyse bir laboratuvar, dev bir şantiyeydi.

Berlinliler, kentsel bellek ve kayıp konularında (anlaşılabilir biçimde) son derece duyarlılar. Belki de bu nedenle Berlin’in neredeyse son yüzyılına şehadet eden ve artık asıl işleviyle kullanılmayan Tempelhof Havalimanı etrafında büyük bir mit oluşması da son derece normal. Geçtiğimiz aylarda, kapatılmasından on yıl sonra ilk kez halkın ziyaretine açılan havalimanı terminal binası, Berlinliler’in yoğun ilgisine mazhar oldu. Güvenlik ve kapasite aşımı nedeniyle binaya giremeyen yüzlerce insan saatlerce kapıda bekledi. Sadece toplumsal bellek açısından değil, mimari olarak da son derece önemli bir yapı olan Tempelhof’u Norman Foster, tüm havaalanlarının anası olarak değerlendiriyor. Geçtiğimiz günlerde havalimanına yapılan rehberli bir turla binanın cephesinin ardında gizlenenleri görme şansı buldum. Almanya’nın bu genç hareketli başkentini kavramama yardımcı olan katmanlar bu gezi sayesinde belirginleşti.

Kartal kanatlarından esinlenen Tempelhof Maketi, Ernst Sagabiel

20.yüzyıl başında Wright kardeşlerin gösteri uçuşları yaptığı bir havacılık merkezi olan ve ilk kez 1927 yılından kullanıma açılan Tempelhof, dünyanın en eski havalimanlarından biri. Yapının bugün gördüğümüz hali, mimar Ernst Sagebiel (1892–1970) tarafından 1934–1936 yılları arasında Nazi Almanyası’nın baş mimarı Albert Speer denetiminde tasarlandı. 1941’de II. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik bunalım nedeni ile inşaat durdurulan ve tamamı hiçbir zaman hayata geçemeyen Tempelhof, Adolf Hitler’in mimarı Albert Speer’in, Germania adını alacak yeni Berlin hayalinin önemli ikonlarından biri olarak planlanmıştı. Tempelhof, inşa edilecek yeni Germania (Welthauptstadt Germania) kent meydanında, görkemli Nazi bakanlık binalarının girişini vurgulayacak şekilde kanatlarını açmış bir kartal formundan esinlenilerek konumlandırılmıştı. Bakanlık binalarından hala ayakta olan Goering’in kıymetli Hava Kuvvetleri Bakanlığı da mimar Ernst Sagabiel tasarımıdır ve halen Maliye Bakanlığı olarak kullanılmaktadır.

Tempelhof Havalimanı 300.000 metrekarelik kapalı alanı, 1.2 km’lik oluşan görkemli apron ve hangar binaları ile bir dönem dünyanın en büyük yirmi yapısı arasında yer alıyordu. Apronun üzerinde yer alan 80.000 kişi kapasiteli tribünlerin bugün yalnızca inşa edilebilmiş birkaç kulesi görülebiliyor. Sadece bu tribünlerin dolup taştığı anın hayali bile, bir yapıya yüklenen ideolojik yükün boyutunu hayal etmek için yeterli. Bu büyüklüğü çıplak gözle görmek benim için Nazi rejiminin gözü dönmüş ideallerini fiziksel olarak somutlaştıran ilginç bir deneyim oldu. Alman mühendisliğini iliklerinize kadar hissettiğiniz bu strüktürün bir bölümü II. Dünya Savaş’ı sırasında Berlin’in içindeki tek toplama kampı olarak ücretsiz iş gücü ile savaş uçağı üretimi yapılan bir fabrikaya dönüştürülmüş.

Tempelhof Havalimanı ve Hava Kuvvetleri Bakanlığı’nın mimarı Ernst Sagabiel’in, Nasyonal Sosyalistlerin iktidara geldikten sonra Yahudilere uyguladıkları baskı nedeniyle kariyerinin zirvesinde İngiltere’ye iltica eden Erich Mendelsohn’un ofisinin bir süre yöneticiliğini yaptığını da belirtmek gerek. Zira Tempelhof, hem ölçek, hem cephesiyle tipik faşist Alman mimarisi örneği olsa da özellikle ana salon ve terminalin iç örgütlenmesinde, 1920’lerde Almanya’da filizlenen, Mendelsohn’un da temsil ettiği modernist akımın izlerini görmek mümkün. Aslında Nazi Almanyası’nın ideallerini yansıtma hevesindeki ölçek ve cephe tasarımını bir kabuk olarak görürsek, süsten arındırılmış görkemli çelik iskelet ve fonksiyonel tasarımı ile 1930’ların en modern ve ihtiraslı havaalanı yapısı olduğunu söylenebilir.

Filmlerden gördüğümüz, havaalanının ana yolcu salonu göz okşayan ve biz Türklere Cumhuriyet döneminde Alman mimarların Türkiye’ye kazandırdığı yapılar nedeni ile son derece tanıdık oranlarla zaman içinde donmuş gibi duruyor. Galeri katında bir restoran, yanında asimetrik bir kompozisyonla yerleştirilmiş büyük bir saatin süslediği galerili ana salon, ikinci dünya savaşında bombalardan epeyce zarar görmüş ve aslına uygun olarak onarılmış.

 Propaganda konusunda Nazilerden kalır yanı olmayan Amerikalılar, tesisi devraldıklarında halkın sevgisini kazanmak, bombalamalar nedeni ile uçak sesi duyduğunda korkan çocukları sakinleştirmek için mini paraşütlerle bu uçaklardan 80.000 ton şekeri Berlin semalarından şehre dağıtmışlar. Belli yaştaki Berlin’liler için bu anılar hala canlılığını koruyor. Bizimle birlikte gezen Alman arkadaşımız, anneannesinin bu şekerleri toplamak için Tempelhof etrafında beklediğini anlattı. Berlin’de Amerikan desteği ile 1948–49 yılları arasında süren direnişin anısına yapılan duvar resmi, ana terminal binasının içinde görülebilir.
Bu yazı 12 Kasım 2018’de Arkitera.com’ da yayınlanmıştır, tamamını okumak için lütfen tıklayın.

Also published on Medium.